23 Ağustos 2010 Pazartesi

aşka düşmeye hazır yürekler..


yapılan küçücük şeylerden bile etkilenip,bir insanı sevmek bu kadar kolay mı
benim için kolay herhalde
bilmem nedendir bu?
sevgiye olan açlığımdan mı?
aşka olan özlemimden mi?
saflığım veya iyi niyetimden mi bilmem ama..
zorlu yollardan inerken bana uzanan bir el,
suyun panzehir değerinde olduğu zorlu bir trekking turunda ağaçlardan toplanan tozlu meyveyi yıkamak için tereddütsüz paylaşılan su,
bir bakış, bir gülüş
yetiveriyor bir insanı sevmeme
onu düşünür olmama..

30 Temmuz 2010 Cuma

Viva la vida


En sevdiğin insanlarla keyifli bir mangal sefası,
ılık ılık esen rüzgar, bir kadeh şarap, güzel söz, güler yüz,
dünyanın en güzel iki cimcimesiyle paylaşılan odada çekilmiş güzel bir uyku,
sıcaklığını sabahın erken saatlerinde bile derinlemesine hissettiren ışıl ışıl güneş.
güne güzel başlamanıza belki de en büyük katkısı olan güzel insanların
güzel yüzleri,günaydın sesleri,
küçük ama güzel bir şehir turu.
durağı olmamasına rağmen size kolaylık olsun diye gideceğiniz yere yakın bir yerde duran otobüs şoförü.
etrafınızdaki rengarenk çiçekler,
radyoda çalan şarkı..

daha ne istenir ki,
görüyorum, hissediyorum, yaşıyorum, mutluyum..

Yaşasın hayat...



29 Temmuz 2010 Perşembe

O'na...


bugünkü rengimiz kırmızı olsun.

bilirim sen maviyi seversin ama kırmızı olsun

aşktan bahsediyoruz kırmızı olsun..

içinde umutsuzluk ve hüzün rüzgarları estiğini hissediyorum

için tekrar benim bildiğim adamın neşesiyle dolsun

o yüzden, bugünkü rengimiz kırımızı olsun...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

küçücük eller


Küçücük, sıcacık eller,
Parmağıma sımsıkı yapışmış,bırakmayan
Kokumu tanıyan,mis kokulu minik
mışıl mışıl uyuyor..

................................

Küçücük, sıcacık eller
Yanaklarımda dolaşıyor,
Saçlarımda geziniyor,
Bazen iki avucunun arasına alıp yanağıma bir öpücük konduruyor,
öylece uyuyor..
.............................

Küçücük,sıcacık bir el
Sımsıkı tutmuş elimi
Arada bir kalkıp, bana bakan ve gülümseyen bir yüz,
Pembe yanaklar, sevgiyle bakan ışıl ışıl gözler,
Sarı belki siyah, uzun belki kısa saçlar,
Kız ya da oğlan
Ama bana ait, benim olan
yavrum..
..............................

Ne çok bekledim seni,
hala da bekliyorum
özlemle..




Bu yazıyı kaleme alalı tam 5 ay 11 gün olmuş. Taslak olarak atmışım, yayınlamamışın. Nedense artık??

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Babam

7 yıl,
koskoca 7 yıl önce bugün,
gücünü, kuvvetini, desteğini hep arkamda hissettiğim,
otoriter, sert, bir o kadar da sevgi dolu, fakat bunu hiç göstermeyen,
başarılarımızla övünen, gurur duyduğunu her fırsatta çevresindekilere dile getiren,
fakat bize bunun tam tersini göstermeye çalışan,
bizi rahat yaşatmak içi gece gündüz, iş ayırt etmeden çalışan,
gururlu, başı her zaman dik, ailemizin reisi,
canımızın parçası BABAM aramızdan ayrıldın..
oysa neler neler yapacaktın, yapacaktık
merak etme sen;
yapmayı istediğin ceviz bahçesini senin için yaptık, elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince bakıyoruz,
artık eskisi gibi çukurlara da düşmüyorum araba kullanırken:)
ama seni çok özlüyoruz..
keşke mümkün olsaydı insanın sevdiklerinden hiç ayrılmadan yıllarca yaşaması
seni çok seviyoruz, hep kalbimizdesin..

19 Haziran 2010 Cumartesi

Kırmızı başlıksız kız:(


Evet, hınca hınç dolu bir salonda, yüzlerce insana karşı halk oyunu gösterisi yapacaksınız. En kötü ne gelebilir başınıza; ayağınız takılıp yüzüstü yere yapışabilirsiniz veya heyecandan donup kalabilirsiniz. Peki bana ne oldu? Gösteri öncesi kuliste gösterdiğim soğunkanlılık, üçüncü yılımın vermiş olduğu güvenle sergilediğim umursamaz ve rahat tavırlar sonrası cezalandırıldım.

Ekip başı olarak sahneye adım atmamla başımdaki altın takılı bant ve onun üzerindeki eşarp yavaş yavaş kaymaya başladı. Nasıl düzeltirim diye aklımdan geçirirken kaçırılan figürler,sahne arkasında hocamızın başını düzelt anlamındaki el kol hareketleri, sahnede beni izleyenlere karşı nasıl göründüğüm düşünceleri, arkada çalan müzik eşliğinde sağa sola hatalı dönüşlerim, bunun neticesinde arkadaşların bana şaşkın bakışları ve sonunda dayanamayıp başımdaki tülbent ve altınları alıp, tülbentsiz oyunu bitirişimle grubumuzun 40.yılına damgamı vurdum sanırım:)

Ama kendimi takdir etmeden yapamiycam sanırım, ne olursa olsun yüzümden gülümsemeyi eksik etmedim:)






19 Mart 2010 Cuma

çok eskiden rastlaşacaktık...

Evet, Vesikalı Yarim'in beni çok ama çok etkileyen repliklerinden biridir; "çok eskiden rastlaşacaktık"

Biri çıkar, bi sever, bi seversin
Hissedersin o güzelliği
Arada oluşmuştur bile bir duygu alışverişi
Yakalanmıştır, yakalamak için herkesin can attığı frekans
Heyecanla beklenen telefonlar, uzun ve hoş sohbetler,
Farkında olmadan yüzüne yerleşen mutluluk ifadesi,
Onu görmek için can atan ve bastıramadığın hisler..
Kalp çarpıntısı, heyecan..
Peki sonra...

Ya zaman yanlıştır, ya mekan yanlıştır
Ya da şartlar
Geri çekilmek zorunda kalırsın
İstemeye istemeye...

Arkadaşım Badem Ağacı


bazen bir koku,
bazen bir şarkı,
bazen bir film,
bazen bir şiir...
getiriverir insanın aklına yaşanmışları,yaşanamamışları, pişmanlıkları, sevinçleri ..
böyledir bizim "Arkadaşım Badem Ağacı"yla dostluğumuz da..
o bana; iç kıpırtısını, heyecanı, tutkuyu, özlemi, yaşanamamışlığı hatırlatır...

Sen ağaçların aptalı,
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış
Açarsın çiçeklerini
Ben se hayra yorarım gördüğüm düşü
Bir güler yüz, bir tatlı söz
Açarım yüreğimi hemen...

Yüreğime öğretmeye çalışıyorum;
Kapat kapılarını, açma kimseye
Ne tatlı söze, ne güler yüze..
Yoruldun artık
Yüreğine öyle biri girsin ki hiç çıkmasın
Ebediyen orada seninle kalsın
Ziyaretçin değil, refakatçin olsun..

15 Mart 2010 Pazartesi

bir dahaki sefere


Yapmayı çok istediğimiz bir şeyi ortaya çıkan aksilikler nedeniyle erteleriz, bir dahaki sefere deriz. Peki ya bir dahaki sefer yoksa!!!

"Dünyanın Orta Yerinde Aşk İçin Ağlıyorum". Dün akşam izlediğim bu filmde, bir dahaki seferi yoktu Aki'nin. Sevdiği adamla, gitmeyi çok istediği Avustralya'ya gidebilmek için bir dahaki seferi yoktu.

Gerçekten istediğimiz hiçbirşeyi bir dahaki sefere bırakmayalım. O bir dahaki sefer hiç olmayabilir...

9 Şubat 2010 Salı

balo salonu ve ben:)


iş yerinde bunaldığım, sıkıldığım dönemlerde; kendimi deniz kenarında, saat 17.00 den sonra, gün batarken, denizin sessizliğini dinlerken, rüzgarın ılıklığını tenimde hissederken hayal ederim. Biraz önce, ofisin giriş katındaki devasa alanda da kendi kendime ritmik hareketler yaparken birden, büyük bir balo salonunda, kabarık etekli, belden sıktırmalı şık bir balo kıyafeti içinde dans ederken hayal ettim. Birden giriverdi bu hayal beynime, görüntü birden gözümde canlanıverdi. Hiç de fena olmamıştım, etrafımda çember oluşturmuş bana bakan insanlar ve ben dans ediyorum. Ama yine yalnızım. Şimdi bir düşündüm de, hayallerimde bile yalnızım, yanımda yok kimse.

Yıllardır, tüm sevgilililer gününü yalnız geçiren ve bunu takmıyormuş gibi tavır takınan ben, biraz önceki balo salonu hayalimde yanımda birinin olmasını çok istediğimi farkettim. Bu, benim de bir sevgilim olmasını istediğim anlamına mı geliyordu acaba.

Sevgili; evet bu sıfata layık olacak veya benim bu sıfata layık olduğumu keşfedecek biri çıkacak mı acaba. Umudumu yitirmekte olduğum şu dönemlerde beni şaşırtan bir gelişme olur mu dersiniz:)


Sevgiyle kalın.

3 Şubat 2010 Çarşamba

her yer bembeyaz...


Ankara'ya bu yılın ikinci karı yağdı. İş çıkışı, zor koşullarda ulaştığım otobüsüme bindim ve sakin sakin eve doğru yol almaya başladım. Koltuğa da bir güzel yaslanmış, sokak lambalarından süzülen ışıkla dans eden karları izleyerek gidiyorum. Ne de güzel, bir telaşe içinde biryere yetişecekmiş gibi yağıyorlar. Bugüne kadar hiç bu kadar zevk almamıştım otobüs yolculuklarımın hiçbirinden:) Sonunda ulaşıyoruz meşhur yokuşumuza. Ve, her kar yağdığında otobüs, minibüs ve taksi şoförlerinden duyduğumuz aynı cümle "yokuşu çıkmaz, burada indirmek zorundayım". Hadi bakalım tabana kuvvet. İçimden seviniyorum, "iyi ki botlarımı giymişim" ve başlıyoruz yokuşu tırmanmaya. karın yağmasını ve arabaların yolu işgal edemeyişini fırsat bilen çocuklar kaplamış bile her yeri. büyük bir neşe ve zevkle, kendi çaplarında yaptıkları kızaklarla ve naylon poşetlerle kayarak, çılgınca eğleniyorlar. Başka bir sokaktan bir gup daha geliyor koşar adımlarla "heyyy yaşasın, ne güzel kayıyo, altı buz, inşallah tuzlamazlar..." .Markete uğrayıp, 3 kilo portakalı da yüklenip, yokuşu tırmanmaya devam ediyorum. Yokuşu aşıp, ufukta evimizi gördüğümde, beyaz örtünün ve çocukların sevinç çığlıkları dışındaki sessizliğin verdiği huzurla anahtarımı çıkarıyorum. ve işte sıcacık, huzur dolu evimdeyim. Ve olabilecek en güzel şeyle karşılaşıyorum; tarhana çorbası, salata ve balık. heyyoooooo:)

benim de artık bir izleyicim var...

nasıl mutluyum anlatamam:)
benim de artık bir izleyicim var
Adı Hayalet.
hoşgeldin, sefalar getirdin Hayalet
umarım beni izlediğine pişman olmazsın
tekrar teşekkürler:)

19 Ocak 2010 Salı


AGUSTOS BOCEGI HIKAYESI

Su hikayeye bir de SUNAY AKIN gibi bakalim...

Bir agustos bocegi dogmadan once topragin altindaki bir lavrada ortalamaolarak 12 yil bekler. Evet, tam 12 yil. 12 yillik hapislikten sonra dunyaya gelen garibanin omru adinda yazilidir: Agustos. Yani topu topu bir ay... Sarki soyleyen yalnizca erkek agustos bocegidir. Cunku disi, en guzel sarkiyi soyleyeni kendine es sececek ve ciftlesecektir. Dusunsenize, 12 yil topragin altinda bekle, disari cik. Omrun bir ay...Buldun, buldun... Bulamadin, bir daha yok. Siz olsaniz calisir miydiniz?

16 Ocak 2010 Cumartesi

Bana ya hakiki bir aşk ver- ver ki kurtulayım bu sıkıntıdan, sıkışmışlıktan

Bana ya hakiki bir aşk ver - ver ki kurtulayım bu sıkıntıdan, sıkışmışlıktan- ya da beni öyle

duyarsız yap ki hayatımda aşk olmayışını umursamayayım.

Evet, okuduğum bir kitapta aynen böyle yazıyordu. Beni çok etkiledi. Ne kadar doğru dile

getirmişti yazar. "Bana ya hakiki bir aşk ver- ver ki kurtulayım bu sıkıntıdan, sıkışmışlıktan-"

öyle değil mi? Etrafıma bir bakıyorum; o kadar çok insan var ki aşkı arayan, aşksızlık

nedeniyle sıkılan, sıkışmış olan.

2 Ocak 2010 Cumartesi

yeni yıl, yeni başlangıç

Bugün yeni yılın ilk çalışma günü 2 Ocak 2010.

Bakalım bu yıl neler getirecek, neler götürecek..

Her yeni yıl, yeni başlangıç düşüncesiyle geleceğe umutla bakmak için kendimi zorluyorum, ama bunu ne kadar başarabilirim inanın bilmiyorum

bazen bi yılgınlık, bıkkınlık çöküyor üstüme

bir süre bu ruh haliyle yaşıyorum, sonra birden silkinip kendine gel diyorum

çoğu zaman kendimi ringdeki boksörlere benzetiyorum

sürekli birileriyle mücadele mücadele, bir yumruk yiyorum, yere seriliyorum

bir süre öylece yatıyorum, elim yüzüm patlamış,

başımda birden başlayıp ona kadar sayan bir hakem

başlıyor 1-2-3-4.... 9 diyor. birden kendime geliyorum ve ayağa kalkıyorum

pes etmiyorum, mücadeleye devam.

ya pes edersem...